Beşinci Hikâye
Birinci Bölüm
Bu hikâyede Artin Amcanın anlattıkları, nesilden nesile sözlü olarak devredilmiş bir aile biyografisi niteliğindedir. Artin anlattığı olaylarda sözü edilen kişilerin adlarını, yaptıkları işleri, yaşadıkları köyleri, şehirleri, ailenin 1894’den itibaren başlayarak maruz kaldığı adaletsizlikleri tek tek detaylarıyla birlikte hafızasının derinliklerine kazımıştır adeta. Artin’in anlattıkları iki farklı dönemde kayıt altına alınmıştır. Birinci kayıt, 2013 yılında Artin’in torunu tarafından gerçekleştirilmiştir. Artin, 2013 yılındaki kayıt sırasında, 1890 yılından başlayıp 1949 yılına kadarki aile hikâyesini anlatmıştı. 1949 yılından sonraki dönemle ilgili verdiği bilgilerin kaydı ise 2020 yılının son günlerinde gerçekleştirildi.
Artin Amcadan dinleyelim…
Babamlar üç kardeşlermiş. En küçükleri babam Agop, Harutyun amcam ve en büyükleri horakuyrum[1] Cuhar’mış. Babam Agop, 1908 yılında, Elazığ’ın Kesirik köyünde doğmuş. Nüfusta 1910 yazılıdır ama gerçek doğum tarihi 1908’dir. Kesirik[2], Elazığ’a çok yakın bir mesafededir. Babamın nüfustaki ismi Tevfik olarak geçerdi. Nüfus memuru böyle yazmış o zamanlar. Ben daha sonra mahkeme kararı ile soyadımızı değiştirttim. Baba tarafından dedemin adı Boğos Markaryan’dır. Boğos dedem de Kesirik’te doğmuş. Ermeniler, Amerika’ya işçi olarak gidiyormuş o zamanlar. 1915 öncesindeymiş bu göç. Boğos dedem, üvey dayısı ve köydeki diğer gençlerle birlikte 1908 yılında Amerika’ya gitmişler. Yayam[3] Anna o sıra babama altı aylık hamileymiş. Dedem, Amerika’dan her ay düzenli olarak altın para göndermeye başlamış. Philadelphia’da bir fabrikada çalışıyormuş. Dedem Amerika’ya gitmeden önce, Kesirik’te tarımla geçimini sağlarmış. Geniş arazileri ve meyve bahçeleri varmış. Arazilerin tümü sulu araziymiş ve bu yüzden çok değerliymiş. Babam doğduktan iki yıl sonra annesi Anna tifo salgını sonucu ölmüş. Babamı bu yüzden babaannesi büyütmüş ve onu erken yaşta bir terzinin yanına çırak olarak vermiş. Babam bu sayede bir meslek öğrenmiş. Babam 15 yaşındayken, yani 1923 yılında babaannesi ölmüş. Babaannesi öldükten sonra babam Adıyaman’a gitmiş. Adıyaman’da Ahmet Ağa denen bir ağanın yanında hizmetkar olarak çalışmaya başlamış. Nüfusunda Ahmet Ağa’nın hizmetçisi olduğuna dair bir kayıt vardı babamın. Babam, Adıyaman’da Fırat nehrinin bir kıyısından diğer kıyısına kelekle yolcu ve yük taşırmış. Evlenme çağı gelmiş. O zamanlar hayatta kalabilmiş Ermeniler birbirlerini bulup evleniyormuş. Babam Adıyaman’dan Arapgir’e gelmiş evlenmeye. Birilerinin aracılığıyla annemle tanıştırmışlar onu. Böylece 1933 yılında babam ve annem evlenmişler. Ben 1934’te Malatya’nın Çavuşoğlu mahallesinde dünyaya gelmişim. Mamam, “sen gül bahçeli bir evde doğdun” derdi bana. Ben altı aylıkken tekrar Arapgir’e geri dönmüşüz. Arapgir’e geri döndükten sonra babam bir süre ortalıktan kaybolmuş. Artık Adıyaman’a mı gitmiş, Elazığ’a mı gitmiş bilmiyoruz. Babam ben üç yaşındayken tekrar Arapgir’e gelmiş ve bizi alıp Elâzığ’a götürmüş. Elâzığ Yeğeki’de[4] Memed Efendi’nin dabakhanesinde çalışmaya başlamış. 1938’de Elâzığ devlet hastanesinin karşısında bulunan Yerih Mamo’nun evinde yaşıyorduk. Ben o zaman 4 yaşındaydım. Bizim bulunduğumuz bölgenin etrafına ordu yerleşmişti. Dersim harekâtına katılan askerler çadırlar kurmuşlardı. Hiç unutmam, babam bana bir oyuncak kuş almıştı. Bu kuş öterdi. Askerlerden biri kuşumu elimden alıp, “kuş uçtu gitti” diyerek benimle dalga geçmiş ve oyuncağımı bir daha geri vermemişti.
Cuhar halam babaannesi öldükten sonra Elazığ’dan Malatya’ya gelmiş. Mensucat fabrikasında hastabakıcılık yapıyormuş. Türk komşuları onu bir polis ile evlendirmiş.
Harutyun amcamı, 1915’ten sonra, hayatta kalan yetim çocukların toplandığı dönem alıp götürmüşler ve ondan bir daha haber gelmemiş. Nereye götürmüşler, kendisine nerede ve nasıl bir hayat kurmuş bilmiyoruz. Ailesinden kimler, nerede yaşar haberimiz yok.
Annemin adı Mayreni’dir. Annem 1914’te Arapgir’de doğmuş. Arapgir o zamanlar Elazığ’a bağlıymış. Daha sonra 1927 yılında Malatya’ya bağlanmış. Annem, ailenin tek
çocuğuymuş. Annemin babasının ismi Hampartsum’dur. Hampartsum dedemin iki erkek kardeşi varmış. Kardeşlerinin isimleri Kirkor ve Karnik’miş. Bu üç kardeşin anne ve babaları büyük talanda[5] katledilmişler. Hampartsum dedemlerin soyadı Aslanyan’dır. Bu üç çocuk katliamdan sonra yetim kalmışlar ve kendilerini dayıları
büyütmüş. Hampartsum dedemin dayısı semerciymiş. Dedem büyüyüp evlenme çağına gelene kadar dayılarının yanında kalmışlar üç kardeş ve üçü de semercilik mesleğini öğrenmiş. Dedem çok iyi bir semer
ustasıymış. Evlenme çağına gelince kardeşlerini de yanına alarak dayılarının yanından ayrılmış ve kendi evlerini kurmuşlar. Dedem bir gün yayamı görmüş ve ona âşık olmuş. Anneannemin adı
Verkin’dir. Verkin yayam o zaman 11 yaşındaymış. Yayam çok güzelmiş. Devam etmeden önce Verkin yayamın ve onun ailesinin hikayesini anlatayım.
Verkin yayamın annesinin ismi Baydzar’dır. Baydzar’ın kocası Yeghia Eseyan’dır. Çok güzel dövme bakır ustasıymış. İşyeri Arapgir’deymiş. Erzurum, Erzincan, Van, Bitlis, Muş başta olmak üzere birçok doğu şehirlerinde bakır satışı yaparmış. Hem bakır işler hem de ham bakır satarmış. Hali vakti yerinde, zengin biriymiş. Karısı ölünce Baydzar ile evlenmiş. Ölen eşinden olan 8-9 yaşlarında Lusyen isminde bir kızı varmış. Yayam Verkin, Yeghia Eseyan’ın Baydzar ile 1890 yılında gerçekleşen evliliğinden bir yıl sonra, 1891 yılında dünyaya gelmiş. Baydzar’a kaynanası evlilik dolayısıyla yüz görümlüğü olarak bir buğday halburu dolusu altın ve mücevher hediye etmiş. Verkin yayam dört yaşındayken, 1895 yılında Kürtler ve Hamidiye Alayları tarafından büyük bir talan olmuş. Yayamın anne ve babasının bakır dükkanını, evlerini, altınlarını, tüm mal ve mülklerini Kürtler talan etmişler. Hiçbir şeylerini bırakmamışlar. Yayamın babası Yeghia Eseyan’ı evinde ailesinin gözleri önünde tabanca ile öldürmüşler. Geriye yayam Verkin, babaannesi, annesi Baydzar ve babasının ilk eşinden olan kız kardeşi Lusyen ile birlikte dört kadın kalmışlar ortada. İki çocuk ve iki yetişkin. Baydzar köylere giderek çerçilik yapmaya başlamış geçimlerini sağlamak için. Senelerce bu işi yapmış Baydzar. Ağdunut[6]ve Saracuk[7] köylerine çok gitmiş. Arapgir’de dokuma sanayii varmış. Verkin yayam ve üvey kız kardeşi Lusyen biraz büyüdükten sonra onlar da dokuma yapmaya başlamışlar. Hep birlikte bez dokurlarmış. Yayam 11 yaşına gelmiş. Burada bir ara verip Verkin yayamla daha sonra evlenecek olan Hampartsum dedemden bahsedeyim.
Annemin babasının adı Hampartsum’dur. Hampartsum dedem Arapgir kilisesinin yanında üç katlı bir konak almış. Çok büyük bir bahçesi ve bahçede de her türlü meyve ağaçları varmış bu konağın. Dedem, Verkin yayamı görünce ona âşık olmuş. Verkin yayam dedemle nişanlandığında 11 yaşındaymış. Çok güzeldi yayam. Böyle, elma gibi kırmızı yanakları vardı. Verkin yayam evlendiğinde daha çok gençmiş. Dedem kardeşleriyle birlikte yaz aylarında Arapgir’in Ağdunut köyünde çalışırlarmış. Hafta içi beş gün köyde kalıp orada çalışıp, hafta sonu olunca da Arapgir’de kalırlarmış. Kış geldiğinde de devamlı Arapgir’de yaşarlarmış. Dedem kış aylarında boş oturmaz, o soğukta balkonda hayvanların püsküllerini yaparmış. Yaz aylarına kadar semer malzemelerini hazırlarmış. Bıyıkları donarmış soğuktan. Ama ev pislenmesin diye balkonda yaparmış işini ayaza rağmen. Baydzar abla -biz annemin anneannesine Baydzar abla derdik- “oğlum hasta olacaksın, gir içerde çalış” dermiş. Dedem, “yok, ben üşümüyorum” dermiş. Dedemler üç kardeş çok çalışkanlarmış ve çok güzel semerler yaparlarmış. Bu çalışkanlıkla Arapgir’deki o evi almışlar… Ayrıca üç kardeş müzikle de haşır neşirmiş. Hampartsum dedem keman çalarmış. Kardeşi Kirkor ud çalarmış. Diğer kardeşleri Karnik ise def ve darbuka çalarmış. Yaz aylarında hafta sonu köyden Arapgir’deki evlerine geldiklerinde, komşuları ile kendi evlerinde toplanır ve hep birlikte fasıl yaparlarmış. Dedem çok iyi bir at binicisiymiş. Cirit atarmış. Kendi attığı ciriti, attan inmeden eğilerek kendi toplarmış. Çünkü yerdeki ciritleri orada bulunan 15-16 yaşlarındaki çocuklar yerden toplayıp atlılara verirlermiş. Dedem ise kendisi at üstünde toplarmış. Böyle atik biriymiş. Dedemin atını mahallede düğün olduğu zaman gelin atı yaparlarmış. Yayamı at üstünde hamama getirip götürürlermiş. İki tane inek beslerlermiş evlerinin bahçesinde. Evin bahçesi büyükmüş. İçinde artezyen suyu varmış. İneklerden biri gebe olursa diğeri süt verirmiş. Böylece evin içinde süt, kaymak, yağ, yoğurt ve peynir eksik olmazmış. Evin bahçe duvarlarını yeniden yapmış. Duvarların üzerini kar ve sudan korumak için duvarın üstüne üçgen şeklinde tahtalar inşa ederek bir çeşit çatı yapıyormuş. Dedem bahçe duvarı için tahtaları aldığı sıra tehcir kararı çıkmış. Gizli bir emir gelmiş. Bu emre göre cesur Ermeni erkekleri toplanacak ve kurşuna dizilerek öldürülecekmiş. Bu emir İstanbul’dan kaymakama gelmiş. Köy yollarına bekçiler koymuş hükümet. Dedem de her yaz olduğu gibi hafta içi köyde çalıştıktan sonra cuma günü Arapgir’e gelmiş. Bekçi, dedem daha eve girmeden onu durdurmuş ve “Hampartsum Ağa, Kaymakam Bey seni görmek istiyor” demiş. Dedem atıyla doğru kaymakamlığa gitmiş. Dedemin kaymakamlığa gitmesiyle onu hemen tutuklamışlar. Kaymakamlığın alt katı hapishaneymiş. Onu hemen binanın alt katında bulunan hapishaneye atmışlar. Atını da kaymakama vermişler. Dedem hapishaneye girince bir de bakmış ne görsün. Bütün tanıdığı bildiği arkadaşları tutuklanıp hapsedilmiş. Baydzar abla damadının, yani dedemin tutuklandığı haberini almış. Yayam çok genç olduğu için, Baydzar abla gitmiş kaymakamlığa. Dedem köyden yeni geldiği için yanında parası da varmış. Baydzar abla dedemin yanına gidebilmiş. Ve tabi o da görmüş bütün mahallenin gençlerinin orada olduğunu. Dedem yanındaki parayı ve köstekli altın saatini kaynanası Baydzar’a teslim etmiş. Dedemin kardeşi Karnik’i de tutuklamışlar kısa bir süre sonra. Baydzar abla eve dönmüş ve ertesi gün yeniden hapisteki gençlerin bırakılması için kaymakamla konuşmaya kaymakamlığa gitmiş. Kaymakamlığa geldiğinde hapishanede hiçbir tutuklu yokmuş artık. Çünkü hapisteki bütün tutuklu erkekleri o gece Arapgir’in dışına götürerek kurşuna dizmişler!
Hampartsum dedem ve kardeşi Karnik, Arapgir’de tutuklandıkları günün gecesinde kurşuna dizilerek öldürülmüşler. Sene 1915’miş ve diğer kardeşleri Kirkor ise bütün bunlar yaşanırken, Bulgar hududunda Osmanlı ordusunda askermiş.
Bir zaman sonra hükümet zanaatçılardan, ellerinde meslekleri olanlardan bir kısmını tehcire tabi tutmama kararı almış. Tabi, Ermenilerin hepsi tehcire giderse hayvanları kim nallayacak, nalbant kalmazsa, kap kacağı kim kalaylayacak kalaycı kalmazsa, palanı, semeri bütün bunları kim yapacak değil mi? Baydzar abla, dedemlerin öldürülmeden önce yazları çalışmaya gittikleri Arapgir’in Ağdunut köyüne götürmüş ailenin hayatta kalan fertlerini. Tam Arapgir’i terk edip Ağdunut’a gidecekleri gün dedemin askerde olan ve bu sayede hayatta kalan kardeşi Kirkor’da askerden dönerek onlara katılmış. Baydzar abla, Ağdunut köyünün ağası Hacı Keleş Efendi’ye bir kese altın vererek aileyi esnaf zanaatkar yazdırmış. Baydzar abla öngörülü davranmış ve Kirkor’unda adını esnaf zanaatkar olarak yazdırmış önceden. Bir katırın üzerindeki heybenin bir gözüne mamamı, diğer gözüne Avedis ve Lusyen’in kızı Varsen’i koyup, jandarma eşliğinde eşeklerle ve katırlarla yola koyulmuşlar. Baydzar ablam ve kadınlar Arapgir’den Ağdunut’a gündüz jandarma eşliğinde gitmiş. Dedemin kardeşi Kirkor ise her ihtimale karşı gece kendi başına gitmiş Ağdunut’a.
Baydzar abla ve yayamlar Ağdunut köyünde yedi sene kalmışlar. Ağdunut’ta sefalet içerisinde yaşamışlar. Tifo salgını varmış. İhtiyar nüfusun büyük bir kısmı tifo salgınından ölmüş. Onlar Ağdunut’a gidince Arapgir’deki evlerine üç Ermeni aile yerleşmiş. Kısa bir süre pencerelere siyah perde çekerek orada yaşamış ve hayatta kalmışlar. Ortalık biraz sakinleşince tekrar kendi evlerine yerleşmiş bu aile. Daha sonra dedemin Arapgir’deki bu evini oranın hamamcısı yıkmış ve bütün ahşap malzemeyi hamamda yakmış. Baydzar abla aileyi Ağdunut köyünden Arapgir’e getirdiğinde artık evleri yok olmuş vaziyetteymiş. Arsa ve bahçe kalmış geriye. Mecburen başka bir ev kiralayıp oraya yerleşmişler. Bir seferinde evlerinden arta kalan arsanın bahçesine gelip, kendilerine ait olan dutları toplamak istemişler. Mahallenin büyükleri tarafından tembihlenen Müslüman çocukları onları taş yağmurunu tutmuşlar. Ondan sonra da zaten bir daha kendi evlerinin bahçesine de gitmemişler.
Arapgir’e geri döndüklerinde kirada kaldıkları ev, bir Ermeni eviymiş. Altı veya yedi yıl kalmışlar bu evde. Daha sonra bu ev satılmış. Böylece bu evden çıkmak zorunda kalmışlar. Evi satın alan kişi Mehmet isimli biriymiş. Evi aldıktan bir sene kadar sonra avlunun içinde bulunan ve yerinden oynadığı için değiştirilmesi gereken bir mermeri kaldırmak istemiş. O mermer aslında bir kapakmış. Kapak kaldırılınca altında yedi gaz tenekesi dolusu altın ve mücevher saklı bir depo bulmuş. Sonbahara kadar beklemiş. Ortaokul ve lise de okuyan çocukları varmış. Sonbahar gelince, “çocuklarımı okutmaya İstanbul’a götüreceğim” diye İstanbul’a göç etmiş. Mehmet akıllı bir insanmış. Bulduğu altınları çuvalların içindeki kuru fasulyelerin, nohutların, bulgurun ve pirincin içine gizlice doldurmuş. Ardından çuvalları katırlara yükleyip Samsun’a gitmişler ailecek. Samsun’a kadar hiç dikkat çekmeden gelmişler ve Samsun’da bindikleri gemi ile İstanbul’a ulaşmışlar. İstanbul’da Soğuksu’nun bütün dağlık arazisini satın almış bulduğu altınların bir bölümü ile. Araziyi ifraz yapmış. Emlakçılık yapmaya başlamış. Sonra arsaları, evleri satarak daha da bir zengin olmuş. 1961’in ağustos ayında biz bu aileyi ziyarete gitmiştik.
Baydzar’ın annesinin adı “Anna”ymış. “Enna Hatun” derlermiş ona. Baydzar’ın erkek kardeşinin adı Avedis’dir. Avedis, ara sıra Arapgir’den İstanbul’a gider, orada bir süre kaldıktan sonra geri Arapgir’e dönermiş. En son İstanbul’a gittiğinde, annesi Enna Hatun gidip getirmiş onu tekrar Arapgir’e. Bu, 1915’ten önce olmuş. Arapgir’e getirip Avedis’i evlendirmek istiyormuş. Soyadları Kasapyan’dır. Avedis’in annesi Enna Hatun oğlu Avedis’i yetim bir kızla evlendirmek istiyormuş. Komşuları, Enna Hatun’a, “sen niye dışarıda yetim kız arıyorsun, sizin evinizde yetim bir kız var” demişler. Komşuların bahsettikleri yetim kız, Baydzar’ın ilk eşinin kızı Lusyen’dir. Çünkü, Lusyen ile Baydzar’ın kardeşi Avedis arasında hiçbir kan bağı yoktur. Lusyen, Baydzar’ın öz kızı olmadığı için nikah düşer diye düşünmüşler. Lusyen ile Avedis’i evlendirmeye karar vermişler. Papaza gitmişler. Papaz bu nikahın taraftarı değilmiş. Ancak on lira karşılığında nikahı kıyabileceğini söylemiş Avedis’e. Avedis deli dolu biriymiş. “Tamam, biz veririz o on lirayı demiş”. Papaz nikahı kıymış, dini tören bitmiş ve sıra parasını almaya gelmiş. Bu sırada zaten iri yarı ve güçlü kuvvetli olan Avedis, papazın iki omuzundan sıkıca tutmuş ve “lan pezevenk! Parasız olursa nikah düşmez diyorsun. Ama on liraya nikahı nasıl kıyıyorsun. Siktir ol git!” diyerek papazı kovalamış. Ben bu olayı Avedis’in 1914 doğumlu kızı Varsen’den dinlemiştim…
Avedis’in hikayesini de anlatayım kısaca. Varsen’in babası Avedis’i 1915’te kafile ile birlikte götürmüşler. Avedis gece karanlığından yararlanarak dağın yamacından aşağıya doğru yuvarlanarak kafileden ayrılmış ve bu şekilde şans eseri kurtulmuş. Kafileden ayrıldığı yer Ağdunut köyüne yakın bir mesafedeymiş. Avedis, Hacı Keleş’e altın vermek suretiyle Ağdunut köyüne yerleşen annesi Enna Has, ablası Baydzar ve karısı Lusyen’in yanına gelmiş. Köyün ağası Hacı Keleş, Avedis’in ismi esnaf listesinde yazılı olmadığından ve jandarma ile bir sorun yaşamak istemediğinden Avedis’in köyde kalmasına itiraz etmiş. Hampartsum dedemin öldürülmeden önce Baydzar ablaya teslim ettiği köstekli saatini Hacı Keleş’e vermişler ve bu saat sayesinde Avedis’in Ağdunut’ta kalabilmesini sağlamışlar. Samanlıkta buğdayların, sapların içinde saklanmış bir süre. Jandarmalar ara sıra gelip arama yapar, çuvallara zincirlerle vurarak saklanan biri olup olmadığını kontrol edermiş. Avedis uzun bir süre yakalanmadan saklanabilmiş. Baydzar abla ve diğer aile fertlerinin köyde kaldıkları yıllarda salgın hastalıktan çok insan ölmüş. Avedis’in karısı ve aynı zamanda Verkin yayamın üvey kız kardeşi olan Lusyen’de genç yaşta tifodan ölmüş Ağdunut’ta. Avedis daha sonra Santuh ile evlenmiş. Sadece Lusyen değil, Baydzar Ablanın annesi Enna Hatun’da tifodan ölmüş.
Bana aktarılan başka bir olay daha var. Onu da anlatayım. Baydzar abla ve ailenin hayatta kalan diğer fertleri yedi yıl Ağdunut’ta kaldıktan sonra Arapgir’e geri dönmüşler. Bunu daha önce anlatmıştım. Arapgir’de Avedis ve ailesi uyuz hastalığına yakalanmışlar. Haziran ayıymış. Mahalledeki komşular kendilerine uyuz bulaşabilir diye onların yanlarına yaklaşmak istemiyormuş. Bir dut ağacı varmış. Çoğu zaman bu dut ağacının altında geçirmişler zamanlarını. Baydzar abla, kardeşi Avedis ve ailesine evinde yaptığı yemekleri getirmiş ve temin ettiği uyuz ilacı ile iyileştirmiş hepsini.
Avedis’in kızı Varsen, Mardiros isimli biri ile evlendi. Mardiros Malatyalıydı. Mardiros ve bibisi Maryam haricinde ailesinin tümü 1915’te öldürülmüştü. Mardiros’un horakuru, ikisini de Katolik yazdırmış ve bu şekilde hayatta kalabilmişler.
Ben 3 yaşındayken anneannemin annesi Baydzar abla Arapgir’e gitmiş ve beni de yanında götürmüş. Orada Siranuş ablaları ziyarete gitmişiz. Ben o ziyaret sırasında evin yanındaki kurnanın havuzuna düşmüşüm ve beni Miran kurtarmış boğulmaktan.
...
[1] Ermenice Horakuyr “Hala” anlamına gelir.
[2] Kesrik köyü, yeni adı ile Kızılay, Elaziğ merkeze 5 km uzaklıktadır.
[3] Ermenice Yaya büyükanne anlamına gelir.
[4] Yeğeki, günümüzde Aksaray, Elâzığ şehir merkezinde mahalle olan bir köydü. Çimento fabrikası ve Elâzığ garı bu mahallededir.
[5] II. Abdülhamit döneminin 1894-1896 Ermeni katliamları.
[6] Günümüzdeki ismi “Altunayva”
[7] Günümüzdeki ismi “Saraycık”