26 Ocak 2021 günü, sessiz sedasız bir şekilde Sofia isimli yaşlı bir kadın uçup gitti yıldızların arasına. Siz belki tanımazsınız Sofia Teyze’yi. Kendisi Yunanistan’da, coğrafi olarak Türkiye’ye çok yakın bir yer olan Alexandrapoli’ye yaşardı. Sofia Teyze hakkında birçok bilgiye sahip olmama rağmen, onu sağlığında göremedim ne yazık ki! Oysa ki 2019 yılının Ağustos’unda yaptığımız Yunanistan yolculuğunda ona o kadar yaklaşmıştık ki. O yolculuk çok yoğun geçmişti. Anastasya Teyze’yi aramış, bulmuştuk bu yolculukta. Alexandrapoli’ye gidecek, Sofia Teyze’yi de ziyaret edecektik. Bu ziyareti gerçekleştirememiştik o yaz… Artık Sofia Teyze aramızda değil! Fakat onun ardında bıraktığı anıları, emaneti var… Nedir bu emanet derseniz? Anlatayım…
2019 yılının sonundan itibaren Anastasya’yı arama serüvenini kaleme almaya başlamıştım. Soykırımla, milliyetçilikle, insanlık suçlarıyla yüzleşme amacıyla bir makale planı vardı. Zaman ilerledikçe bu makale planına daha başka başka hayat hikayeleri de dahil olmaya başlamıştı. Başlangıçta bir makale yazmayı planlarken, süreç içerisinde bir kitap projesine evirilmişti bu plan. Bu sebeple hayat hikâyeleri için görüşmelerden birini de arkadaşım Eleni ile yapmıştım. Eleni, 26 Ocak 2021 günü yıldızlara uğurladığımız Sofia Papadopouou’nın kızıdır. Biz Eleni ile uzun yıllardan beri tanışıyorduk. “Anastasya’yı Ararken” hikayesini okuyanlar hatırlayacaktır onu. Eleni ile bir telefon görüşmesinde, Anastasya’yı arama sürecini kısa bir makale olarak yazmak istediğimi söylemiştim ona. “Çok iyi olur yavrum, yaz” demişti bana. Eleni ile bir sonraki konuşmamda ona, “makale formatından vazgeçtim. Başka başka hikâyeler de var. Onları da yazmak istiyorum. Birkaç görüşmem oldu, konuşma kayıtları yaptım, bunları çözümlüyorum. Seninle de konuşmak, ailenin, eşin Kosta’nın, annenin, teyzenin ve dayının hikâyelerini yazmak istiyorum” demiştim. “Tabi, olur yavrum. Nasıl yapalım? Ben sana yazılı mı göndereyim? Kayıt mı yaparsın?” sorusuna, “ben önceden bazı soruları yollarım, onları cevaplarsın, gerisini de sana geldiğimde konuşuruz” cevabını vermiştim. Ve böylece Eleni’nin ailesinin hayat hikayesinin bir bölümünü yüz yüze görüşerek, eksik kalan bölümlerini telefon konuşmalarından öğrendim. Onun evinde gerçekleştirdiğimiz bir konuşma sırasında, Eleni çalışma odasından bir takvim defteri getirdi. Bu defter, 1938 yılında, Evros Pylaia Ferron’da doğan Eleni’nin annesi Sofia A. Papadopoulou’na ait, günlük tarzında bir defterdi. Eleni bu defteri annesinden almış, Almanya’ya getirmişti. Eleni’nin annesi, bu deftere hayatının en önemli dönüm noktalarını not etmişti. Eleni bu defterden kısa kısa alıntılar yaparak, Yunancadan Almancaya çeviriler yaptı konuşmamız sırasında. Annesinin, çocukluk döneminin anılarından başlayarak kaleme aldığı anı-biyografisinin yazılı olduğu bu defter, daha önce hiçbir yerde yayınlanmamıştı. Eleni’nin annesi bu defterin sayfalarında doğduğu evi, çocukluğunu, babası ile olan ilişkisini, kaldıkları köyün mimari ve ekonomik yapısını, abla ve abisinin partizan birliğine katılışını öyle detaylı ve sade biçimde tasvir etmişti ki, Eleni’ye hemen orada “bu çok güzel ve değerli bir biyografi, özetleyip alıntılamak yerine olduğu gibi yayınlayalım” demiştim. O’da “tabi, olur, ben bu defterdeki yazıyı önce bilgisayara aktarayım, arkadaşımız Yorgo’da Almancaya çevirir. Gerisini de sen halledersin” demişti… Sofia Teyze’nin hatıratının yazılı hale getirilmesi görevi henüz tamamlanmadı. Başladığımız bu işin sonunu getirmek, Eleni, Jorgos ve benim boynumuzun borcu artık. Bu görevi en yakın bir zamanda Sofia Teyze’ye laik bir şekilde yerine getireceğiz…Şimdi Eleni ile gerçekleştirdiğimiz görüşmelerden kayıt ettiğim ve annesinin ailesinin hikayesini anlattığı kısımlardan kısa bir bölümü paylaşmak istiyorum. Buradan sonrasını Eleni’nin ağzından dinleyelim.
“Anneannem Agabi Theodoriou (Sofia’nın annesi BN) Kars’ın Alisofu köyünde doğmuş. Anneannem aslen Garasari’lidir. Buranın şimdiki adı Şebinkarahisar’dır. Dedem de buralıdır. Annemin babası olan dedem Pavlos Amarantidis (Sofia’nın babası BN) Malazgirt’te doğmuş. Dedemin babasının ismi Stefanos Amarantidis’dir ve kendisi Şebinkarahisar’da doğmuştur. Dedemin annesinin ismi Pelagia Petridou’dur. Pelagia Petridou’da Şebinkarahisarlıdır. Dedem, yedi çocuklu Stefanos ve Pelagia Amarantidis çiftinin ilk çocuğudur.
Anneannemin babası Stefanos ve annesi Eulambia’dır. Onlar, Kars’ın Alisofu köyünde yaşarlarmış. Bu köyde, 1882 yılında Argyroupoli (Gümüşhane) ve Tokat’tan gelen Pontoslu Rumlar yaşarmış ve 1920 yılındaki nüfusları 700 kişiden ibaretmiş. Bir kiliseleri ve bir de ilk okulları varmış. Anneannem sürgün sırasında çocukmuş. 24 saat içerisinde Kars’ı terk etmek zorunda kalmışlar. Aileden bir kendi, bir de Sotoria adında bir kız kardeşi Sovyet Rusya’ya kadar gelebilmiş. Bu kargaşada kız kardeşini gözden kaybetmiş ve bir daha onu bulamamış. Anneannem tek başına Yunanistan’a Kalamarya’ya gelmiş. Onu buradan Drama’ya göndermişler. Burada sağ salim Yunanistan’a gelebilmiş olan erkek kardeşi Leandrus’u bulmuş.
Anneannem dedem ile 1921 yılında Selanik Kalamaria’da tanışıp evlenmişler. Dedem daha önce evliymiş ve ailesinin büyük bir bölümü katledilmiş. Teyzem Eleni, Drama’da dünyaya gelmiş. Sonra dedem, anneannem ve yeni doğan teyzem Alexandropoli’ye gitmişler. Burada akrabalarıyla buluşup yeni bir köy kurmuşlar. Dedem ailesinden sağ kalan babası ve erkek kardeşini orada bulup yerleşmişler orada.
Dedem, ailesinden sağ kalan bir erkek kardeşini Olimpiyado ve bir tanesini de Komotoni’de bulmuş.
Biz daha sonraları, Kızılhaç’a müracaat ettik. Ailemizin izini sürdük. 1988 yılında annemle Sovyetler Birliği’ne gittik. Tabi anneannemin kardeşi artık yaşamıyordu. Gürcistan’ın İmeret bölgesinin Orconikidze şehrinde ölmüş. Orada bulunan mezarını ziyaret edebildik ancak. Bir kızı ve bir oğlu vardı. Onun çocuklarının izini bulduk. Oraya gitmeden önce telefonla konuşmuştuk birkaç sefer. Yıllar sonra annelerinin akrabalarını bulmak onları çok heyecanlandırmıştı. Ve maalesef annemin teyzesinin oğlu belki de bu heyecana daha fazla dayanamamış, biz daha onlara kavuşamadan kalp krizinden ölmüştü. Bizim hikayemiz acılarla doludur. Sotoria ölmüştü. Kendisinin bir oğlu ve bir kızı olmuştu. Oğlu ölmüştü. Kızı ve iki torununu gördük…
Bizim ailemizin mezarları dünyanın dört bir yanına dağılmış bir vaziyettedir. Türkiye, bizim memleketimizdi. Türkiye’de insanlarımızı gömdük. Suriye’de insanlarımızı gömdük. Rusya’da insanlarımızı gömdük. Annemin teyzesi, teyzesinin kızı, teyzesinin torunu, Rusya’da, kızı Yunanistan’da gömüldü. Bu acıyı ancak yaşayan bilir. Dünyanın her bir yanına dağılmışız. Ermeniler çok erken bir zamanda başladılar adalet mücadelesine. Biz de ise uzun bir zaman sessizlik hüküm sürdü. Çünkü, ardı arkası gelmez savaşlarla boğuştuk biz. Ermenistan’da yaşayan Ermeniler, Sovyetler Birliği çatısı altında, II. Dünya Savaşı hariç belli bir dönem güvenli bir ortamda, barış içerisinde yaşayabildiler. Bizse, Nazi işgali, İtalyan ve Bulgar işgalleri, iç savaş, Albaylar Cuntası gibi işgaller, savaşlar, cuntalar, askeri diktatörlüklerden bir nefes alamadık. Daha halen, Nazi Almanya’sının Yunanistan’ı işgali ve bundan dolayı savaş tazminatı sorunu çözülmüş durumda değil. Almanya’da Yeşiller Partisi 2020’nin başında bu konu ile ilgili yeni bir soru önergesi sundu parlamentoya. Anneannem iç savaşta iki çocuğunu, benim teyzemi ve dayımı kaybetti…”
…
Eleni, hem anne tarafından ve hem de baba tarafından ailesinin geçmişini, Pontos’ta ailesinin başına gelenleri anlattı. Anlattığı birçok olaylardan iki tanesi beni çok etkilemişti. Birincisi, baba tarafından dedesinin ve dedesinin kardeşlerinin Pontos Soykırımı sırasında sürgün yollarında başlarından geçenlerdi. Bu hikâyeyi, Eleni’nin hikâyesinin tamamını yayınlandığımda paylaşacağım. Bu yazıda, Sofia Teyze’nin anısına, onun günlüğünün tercüme edilmiş kısmından bir bölümü sizinle paylaşarak yetinmek istiyorum. Bundan sonrasını Sofia Teyze anlatıyor.
“Ferres yakınlarında Pylea'da fakir bir ailede doğdum. O yıllar hepimiz için kolay değildi. Babamın adı Pavlos Amarantidis, annemin adı Agapi Amarantidou’dur. Annemin kızlık soyadı Theodoridou’dur. Biz dört kardeştik: Eleni, Lukas, Leandros ve ben Sofia. Size çocukluğumdan hatırladıklarımı kısa ve öz olarak anlatacağım.
Babam benim için çok özel bir insandı ve onun çok hassas biri olmasına üzülürdüm. Yaşamı boyunca çok acı çekti. Köyün tek ayakkabıcısıydı ve kazandığı azıcık bir para ile her Pazartesi Ferres'teki pazara gider, evin haftalık alışverişini yapar gelirdi. Annem de bu malzemelerden bize yemek yapar ve hepimiz yuvarlak masanın etrafında toplanarak yemeğimizi yerdik.
Abim Lukas çobanlık yapar, kendisi de çoban olan Nikolas Tsanosidis'in keçilerini güderdi. Diğer kardeşim Leandros’ta çobanlık yapar, Theocharis Mavromatis ve Lambis Lambidis‘in sürülerini güderdi. Kazandıkları para yıllık harcamalarımız için yeterliydi. Annem ve kız kardeşim Eleni ev işlerini yaparlardı. Ben o zamanlar köydeki diğer çocuklarla ilkokula gidiyordum. Arkadaşım Iliani ile oynar, neşeli oradan oraya koşardık. Gece gündüz birlikteydik.
Sanki bu günmüş gibi hatırlıyorum. Paskalya öncesi oruç tutuyorduk. Annem ve kız kardeşim Eleni bana çorap örmüştüler. Babam büyük bir zevkle giydiğim bir çift ahşap terlik yapmıştı. Paskalyadan önceki, İsa Mesih’in çarmıha gerildiği Cuma olan Çarmıh Cuma’sı akşamı annemle büyük gururla kiliseye gitmiştik. Kilisede Rab İsa Mesih için Epitafios duaları okunmuştu.
Kilisede ilahileri okuyan Bay Georgios Tamouridis beni görünce bana “küçük Sofia, ilahiyi benimle okuyacaksın“ dedi. Papaz Pantelis karşı geldi ve “Sofia benimle birlikte söyleyecek” dedi. Sonunda ikisinin ortasına oturmuş ve Epitaphio ilahisini birlikte söylemiştik.
O zamanlar Paskalya hazırlıkları çok özeldi. Bütün haneleriyle birlikte tüm köy halkı birlikte hazırlıkları yapar, köyün saygın kadınları fırınları yakar, pide ve diğer birçok hamur işleri, kurabiyeler pişirilirdi. Bu güzel kokular her yere dağılırdı ve biz artık sabredemezdik.
Elassona yakınlarındaki Olympiada'dan ziyaretçilerimiz geldiğinde bizim sevincimiz daha da artardı. Onlar babamın hemşerileriydi. Sevincimiz muazzam olurdu. Sonra tüm köylüler onları evlerine davet eder ve hep birlikte Paskalya yemeği yenirdi. Sonra başlardı kemençe çalınmaya. Benden hep şarkı söylemem istenirdi. Nereye gidilse gidilsin hep elimden tutar beni de götürürlerdi. Gittiğimiz her yerde çok güzel zaman geçirirdik.
Kız kardeşim Elene çok güzel bir kızdı. Köydeki ve komşu köylerdeki gençler onu çok beğeniyorlardı. Ancak o evlenmek konusunda kararsızdı. Amcam Michalis Amarantidis'in komşu Melia köyünden bir aile ile dostane ilişkileri vardı ve kız kardeşimin bu ailenin oğlu ile evlenmesi için aracılık yaptı. Eleni damat adayını görünce reddetti bu teklifi. Adamın ailesinin maddi durumu iyiydi ve amcam bu evliliğin gerçekleşmesi için çok uğraştı. Nafile, kız kardeşim kararından vazgeçmedi.
Bir akşam bizim kapı çalındı. Annem kapıyı açtı ve karşısında oğlan tarafının ailesini gördü. Annem misafirleri iyi karşıladı ve içeri buyur etti. Ailem tarafından köy komşuları olarak biliniyorlardı. Oturduktan sonra, bizi ziyaret sebeplerinin kardeşim Eleni hakkında konuşmak olduğunu söylediler. Babam „oğlunuzu bir görelim, bir birlerini beğenirlerse bizde bir karar veririz“ dedi. Sonra kapı açıldı ve genç adam içeri girdi, ardından kız kardeşim geldi. Jorgos'a Eleni'yi eş olarak isteyip istemediğini sordular. O, evet dedi. Ondan sonra kız kardeşime sormak istediler ama o zaten yan odaya gitmişti. Kuzenlerimden ikisi odasına girdi ve ondan aldıkları cevap, “onu almak istemiyorum” olmuştu.
Bütün köylü evimizin önünde toplanmış sonucu bekliyordu. Kız kardeşim red cevabını vermişti ve bizim aile olarak dışarıda neler olduğundan haberimiz yoktu. Damat adayı Jorgos dışarı çıkmıştı. Aniden kapı açıldı, içeriye koşarak 2 metre boyunda olan Jorgos girdi ve direkt kız kardeşimin bulunduğu odaya dalarak onu kolunu boynuna sıkı sıkıya sarmış bir şekilde odadan dışarıya doğru sürüklemeye başladı. Kız kardeşim anneme tutundu, annem babama ve ben de onların peşinden koştum. Adam kardeşimi evin köşesinde bıraktı ve kız kardeşim „seni istemiyorum, seninle evleneceğime ölmeyi tercih ederim“ diye bağırdı. Sonra damat adayının babası herkesi susturdu ve „kız istemiyorsa bu iş olmaz!“ dedi. Ardından gelenler köylerine geri döndüler.
Bu olay, o zamanlar o küçük kafamda unutulmaz bir anı olarak kaldı. Bir diğer unutamayacağım anı ise Almanlar geldiğinde tüm köyde hâkim olan o büyük huzursuzluktu. Almanların bizi öldüreceğini düşündük, kağnısı olanlar kağnılarını yiyecek, battaniye ile doldurdu ve üstüne de bizler oturduk ve uzak bir yerde bulunan bir mağaraya sığındık. Bir hafta bu mağarada kaldıktan sonra tekrar evimize döndük.
Birbirimize çok yakın olduğumuz aile dostlarımız vardı. Onlarla birbirimize çok yardımcı olduk. Küçük bir kızken, inek yavrularını otlatmak için meraya gönderirlerdi beni. Annem, babam ve kız kardeşim Eleni, hasat yapmak için Anastasia Teyzem’in tarlasına giderlerdi. Kardeş gibi iyi ilişkileri vardı, birbirlerine hep yardım ederlerdi.
Almanlar gittikten sonra iç savaş başladı. Hem sağcılardan hem de solculardan korkuyorduk. Ben bir çocuktum ve fazla bir şey anlamıyordum. Bir gün evimize polis geldi, babamı ve annemi yanlarına alarak, Alexandrupolis’e nakil bölümüne götürdüler. Burada bir gece kaldılar. Annem ertesi gün babam için kıyafet almaya geldi ve hemen Alexandrupolis'e geri döndü. Fakat babam aynı gün sürgüne gönderildi.
Aynı akşam partizanlar evimize geldiler. Evimizin içerisi de dışarısı da doluydu. Büyük bir toplantı yapıldı ve erkek kardeşim Lukas ile birlikte 25 genç adamı ve Nikola Tsanosidis'in tüm keçi sürülerini yanlarında götürdüler. Sabah saat 3:00 civarında genç adamları alıp evi terk ettiler. Bütün gece boyunca erkekleri aldıkları ana kadar uyumadım. Ama kardeşimin gidişini görmeyim diye sonra beni yatağa koydular.
Ertesi sabah uyandım ve kız kardeşim Eleni'nin yanına gittim. Bana sarıldı ve bir öpücük verdi. Ağladım, gitmesini istemedim. Sonra arkadaşları beni uyardılar ve gittiler. Bugün bile gözümün önündedir o an; yanındakilerle birlikte sokağın sonunda kayboluncaya kadar arkalarından öylece seyretmiştim. O sırada dokuz yaşındaydım ve yüksek sesle ağladım ve ağladım. Mahalledeki hiç kimse yanıma gelmemişti. Herkes evlerinde saklanıyordu, ben ağlayarak öylece yürüyordum. Ta ki bir komşumuzun dışarı çıkıp bana “buraya gel, sana bir şey söylemek istiyorum” demesine kadar. Komşumuzun evine girdiğimde birde ne göreyim: 4-5 jandarma yatakta oturuyorlar. Jandarma olduklarını fark ettiğimde, ağlamaklı ve yalvarırcasına, çabucak gitmelerini ve kız kardeşimi geri getirmelerini istedim onlardan. Köyden fazla uzaklaşmış olamazlardı.
Hep birlikte alaycı bir şekilde güldüler ve beni eve çağıran kadın bana, “bunlar asker kaçakları ve diğerlerinin yanına dağa çıkacaklar.”
Sonra ağlayarak uzaklaştım oradan çaresizce…”
…
Sofia Teyzenin ablası Eleni ve abisi Lukas, II. Dünya Savaşı’nın hemen ardından, 1946-1949 yılları arasında yaşanan iç savaşta partizan gruplarına katılarak savaştı.
Bazı partizan birlikleri, babasının yeni yaptığı, köyün biraz dışında, ormana yakın ve tek odası bitmiş evinde yağmurlu ve soğuk havalarda buluşuyorlardı. Burada toplantı ve tartışmalarını gerçekleştiriyorlardı.
İç Savaş sonrası, partizanlar Yunanistan’ı terk etmek ve sürgünde yaşamak zorunda kaldılar. Bu partizan gruplarından birinin lider kadrolarından birisi o sıralar Sovyetler Birliği’nde yaşıyormuş ve Almanya’daki akrabalarının ziyaretine gelmiş. Bunu öğrenen Sofia Teyze, kızı Eleni ile birlikte bu partizan liderini ziyarete gitmiş ablasının ve abisinin akıbetini sormuş. Bu kişi, abisi ile ilgili bir bilgiye sahip değilmiş. Fakat ablasının akıbetini biliyormuş. Sofia Teyze bu partizan liderden, ablasının başının kesilerek öldürülmüş bir vaziyette bulunduğunu ve kimliğinin, ablasının bacağındaki bir izden anlaşıldığını bildirmiş. Sovyetler Birliği’ne döner dönmez abisi ile ilgili bir araştırma yapacağını söylemiş. Böylece daha sonra Sovyetler Birliği Komünist Partisi’nden gelecek olan bir mektupta, Sofiya Teyzenin abisinin ne zaman ve nerede öldürüldüğünü öğrenmişler. Mektup, Albaylar Cuntası döneminde Yunanistan’a gelmiş ve Sofia Teyze’nin erkek kardeşinin eline geçmiş. Yunanistan’da o dönem hâkim olan baskı koşullarından dolayı mektubu Rusça bilen güvenilir birine okuttuktan sonra imha etmiş. Herhangi bir ev baskınında, aramada bu belgenin ortaya çıkması büyük bir risk taşıdığı için böyle davranmış kardeşi Leandros. Ancak daha sonraları Yunanistan Komünist Partisi’ne yaptıkları müracaat sonrası hem abisinin ve hem de ablasının akıbetlerini YKP’den gelen yazılı belge ile öğrenmiş Sofia Teyze ve ailesi…
Sofia Teyze’nin ablası Eleni ve abisi Lukas’ın partizanlara katıldığı gerekçesi ile aileye çok baskı uygulanmış. Daha bu iki kardeş partizanlara katılmadan önce, partizanlara yardım ettikleri, onlara sempati duydukları gerekçesi ile Sofia Teyze’nin anne ve babası tutuklanmış. Babası sürgüne yollanmış. Sofia Teyzenin abisi Leandros, polis karakolunda işkence görmüş ve geçirdiği şokun etkisi ile ellerini sürekli yumruk şeklinde sıkarmış. Kendi kendine konuşurmuş. İşkence sonrası oluşan travmayı hayatının sonuna kadar atamamış üzerinden…
İç savaş bittikten sonra, Sofia Teyze’nin partizanların saflarında hayatlarını kaybeden iki kardeşi için devlet maaş bağlamak istemiş. Sofia Teyze’nin annesi, “çocuklarımın kanını içmekten farksız bir adım olur benim için!” diyerek bu maaşı reddetmiş.
Sofia Teyze çocukluğundan beri şarkı söylermiş. Küçükken hobi olarak yaptığı bu işi daha sonraki yıllarda profesyonelliğe dönüştürmüş. Sadece Yunanistan’da değil, dünyanın birçok yerinde konserler vermiş. Birçok Pontos şarkısı söylemesine rağmen, içlerinden en önemli ve en anlamlısı, onun partizan saflarındayken 1949 mayısında bir hava saldırısı sonucu katledilen abisi Lukas’ın ardından söylediği “Apan So Mpleles” ağıtıdır.
Işıklar içinde uyu sevgili Sofi Papadopoulou.
Mesut Ethem Kavalli
26 Ocak 2021 günü, sessiz sedasız bir şekilde Sofia isimli yaşlı bir kadın uçup gitti yıldızların arasına. Siz belki tanımazsınız Sofia Teyze’yi. Kendisi Yunanistan’da, coğrafi olarak Türkiye’ye çok yakın bir yer olan Alexandrapoli’ye yaşardı. Sofia Teyze hakkında birçok bilgiye sahip olmama rağmen, onu sağlığında göremedim ne yazık ki! Oysa ki 2019 yılının Ağustos’unda yaptığımız Yunanistan yolculuğunda ona o kadar yaklaşmıştık ki. O yolculuk çok yoğun geçmişti. Anastasya Teyze’yi aramış, bulmuştuk bu yolculukta. Alexandrapoli’ye gidecek, Sofia Teyze’yi de ziyaret edecektik. Bu ziyareti gerçekleştirememiştik o yaz… Artık Sofia Teyze aramızda değil! Fakat onun ardında bıraktığı anıları, emaneti var… Nedir bu emanet derseniz? Anlatayım…
2019 yılının sonundan itibaren Anastasya’yı arama serüvenini kaleme almaya başlamıştım. Soykırımla, milliyetçilikle, insanlık suçlarıyla yüzleşme amacıyla bir makale planı vardı. Zaman ilerledikçe bu makale planına daha başka başka hayat hikayeleri de dahil olmaya başlamıştı. Başlangıçta bir makale yazmayı planlarken, süreç içerisinde bir kitap projesine evirilmişti bu plan. Bu sebeple hayat hikâyeleri için görüşmelerden birini de arkadaşım Eleni ile yapmıştım. Eleni, 26 Ocak 2021 günü yıldızlara uğurladığımız Sofia Papadopouou’nın kızıdır. Biz Eleni ile uzun yıllardan beri tanışıyorduk. “Anastasya’yı Ararken” hikayesini okuyanlar hatırlayacaktır onu. Eleni ile bir telefon görüşmesinde, Anastasya’yı arama sürecini kısa bir makale olarak yazmak istediğimi söylemiştim ona. “Çok iyi olur yavrum, yaz” demişti bana. Eleni ile bir sonraki konuşmamda ona, “makale formatından vazgeçtim. Başka başka hikâyeler de var. Onları da yazmak istiyorum. Birkaç görüşmem oldu, konuşma kayıtları yaptım, bunları çözümlüyorum. Seninle de konuşmak, ailenin, eşin Kosta’nın, annenin, teyzenin ve dayının hikâyelerini yazmak istiyorum” demiştim. “Tabi, olur yavrum. Nasıl yapalım? Ben sana yazılı mı göndereyim? Kayıt mı yaparsın?” sorusuna, “ben önceden bazı soruları yollarım, onları cevaplarsın, gerisini de sana geldiğimde konuşuruz” cevabını vermiştim. Ve böylece Eleni’nin ailesinin hayat hikayesinin bir bölümünü yüz yüze görüşerek, eksik kalan bölümlerini telefon konuşmalarından öğrendim. Onun evinde gerçekleştirdiğimiz bir konuşma sırasında, Eleni çalışma odasından bir takvim defteri getirdi. Bu defter, 1938 yılında, Evros Pylaia Ferron’da doğan Eleni’nin annesi Sofia A. Papadopoulou’na ait, günlük tarzında bir defterdi. Eleni bu defteri annesinden almış, Almanya’ya getirmişti. Eleni’nin annesi, bu deftere hayatının en önemli dönüm noktalarını not etmişti. Eleni bu defterden kısa kısa alıntılar yaparak, Yunancadan Almancaya çeviriler yaptı konuşmamız sırasında. Annesinin, çocukluk döneminin anılarından başlayarak kaleme aldığı anı-biyografisinin yazılı olduğu bu defter, daha önce hiçbir yerde yayınlanmamıştı. Eleni’nin annesi bu defterin sayfalarında doğduğu evi, çocukluğunu, babası ile olan ilişkisini, kaldıkları köyün mimari ve ekonomik yapısını, abla ve abisinin partizan birliğine katılışını öyle detaylı ve sade biçimde tasvir etmişti ki, Eleni’ye hemen orada “bu çok güzel ve değerli bir biyografi, özetleyip alıntılamak yerine olduğu gibi yayınlayalım” demiştim. O’da “tabi, olur, ben bu defterdeki yazıyı önce bilgisayara aktarayım, arkadaşımız Yorgo’da Almancaya çevirir. Gerisini de sen halledersin” demişti… Sofia Teyze’nin hatıratının yazılı hale getirilmesi görevi henüz tamamlanmadı. Başladığımız bu işin sonunu getirmek, Eleni, Jorgos ve benim boynumuzun borcu artık. Bu görevi en yakın bir zamanda Sofia Teyze’ye laik bir şekilde yerine getireceğiz…Şimdi Eleni ile gerçekleştirdiğimiz görüşmelerden kayıt ettiğim ve annesinin ailesinin hikayesini anlattığı kısımlardan kısa bir bölümü paylaşmak istiyorum. Buradan sonrasını Eleni’nin ağzından dinleyelim.
“Anneannem Agabi Theodoriou (Sofia’nın annesi BN) Kars’ın Alisofu köyünde doğmuş. Anneannem aslen Garasari’lidir. Buranın şimdiki adı Şebinkarahisar’dır. Dedem de buralıdır. Annemin babası olan dedem Pavlos Amarantidis (Sofia’nın babası BN) Malazgirt’te doğmuş. Dedemin babasının ismi Stefanos Amarantidis’dir ve kendisi Şebinkarahisar’da doğmuştur. Dedemin annesinin ismi Pelagia Petridou’dur. Pelagia Petridou’da Şebinkarahisarlıdır. Dedem, yedi çocuklu Stefanos ve Pelagia Amarantidis çiftinin ilk çocuğudur.
Anneannemin babası Stefanos ve annesi Eulambia’dır. Onlar, Kars’ın Alisofu köyünde yaşarlarmış. Bu köyde, 1882 yılında Argyroupoli (Gümüşhane) ve Tokat’tan gelen Pontoslu Rumlar yaşarmış ve 1920 yılındaki nüfusları 700 kişiden ibaretmiş. Bir kiliseleri ve bir de ilk okulları varmış. Anneannem sürgün sırasında çocukmuş. 24 saat içerisinde Kars’ı terk etmek zorunda kalmışlar. Aileden bir kendi, bir de Sotoria adında bir kız kardeşi Sovyet Rusya’ya kadar gelebilmiş. Bu kargaşada kız kardeşini gözden kaybetmiş ve bir daha onu bulamamış. Anneannem tek başına Yunanistan’a Kalamarya’ya gelmiş. Onu buradan Drama’ya göndermişler. Burada sağ salim Yunanistan’a gelebilmiş olan erkek kardeşi Leandrus’u bulmuş.
Anneannem dedem ile 1921 yılında Selanik Kalamaria’da tanışıp evlenmişler. Dedem daha önce evliymiş ve ailesinin büyük bir bölümü katledilmiş. Teyzem Eleni, Drama’da dünyaya gelmiş. Sonra dedem, anneannem ve yeni doğan teyzem Alexandropoli’ye gitmişler. Burada akrabalarıyla buluşup yeni bir köy kurmuşlar. Dedem ailesinden sağ kalan babası ve erkek kardeşini orada bulup yerleşmişler orada.
Dedem, ailesinden sağ kalan bir erkek kardeşini Olimpiyado ve bir tanesini de Komotoni’de bulmuş.
Biz daha sonraları, Kızılhaç’a müracaat ettik. Ailemizin izini sürdük. 1988 yılında annemle Sovyetler Birliği’ne gittik. Tabi anneannemin kardeşi artık yaşamıyordu. Gürcistan’ın İmeret bölgesinin Orconikidze şehrinde ölmüş. Orada bulunan mezarını ziyaret edebildik ancak. Bir kızı ve bir oğlu vardı. Onun çocuklarının izini bulduk. Oraya gitmeden önce telefonla konuşmuştuk birkaç sefer. Yıllar sonra annelerinin akrabalarını bulmak onları çok heyecanlandırmıştı. Ve maalesef annemin teyzesinin oğlu belki de bu heyecana daha fazla dayanamamış, biz daha onlara kavuşamadan kalp krizinden ölmüştü. Bizim hikayemiz acılarla doludur. Sotoria ölmüştü. Kendisinin bir oğlu ve bir kızı olmuştu. Oğlu ölmüştü. Kızı ve iki torununu gördük…
Bizim ailemizin mezarları dünyanın dört bir yanına dağılmış bir vaziyettedir. Türkiye, bizim memleketimizdi. Türkiye’de insanlarımızı gömdük. Suriye’de insanlarımızı gömdük. Rusya’da insanlarımızı gömdük. Annemin teyzesi, teyzesinin kızı, teyzesinin torunu, Rusya’da, kızı Yunanistan’da gömüldü. Bu acıyı ancak yaşayan bilir. Dünyanın her bir yanına dağılmışız. Ermeniler çok erken bir zamanda başladılar adalet mücadelesine. Biz de ise uzun bir zaman sessizlik hüküm sürdü. Çünkü, ardı arkası gelmez savaşlarla boğuştuk biz. Ermenistan’da yaşayan Ermeniler, Sovyetler Birliği çatısı altında, II. Dünya Savaşı hariç belli bir dönem güvenli bir ortamda, barış içerisinde yaşayabildiler. Bizse, Nazi işgali, İtalyan ve Bulgar işgalleri, iç savaş, Albaylar Cuntası gibi işgaller, savaşlar, cuntalar, askeri diktatörlüklerden bir nefes alamadık. Daha halen, Nazi Almanya’sının Yunanistan’ı işgali ve bundan dolayı savaş tazminatı sorunu çözülmüş durumda değil. Almanya’da Yeşiller Partisi 2020’nin başında bu konu ile ilgili yeni bir soru önergesi sundu parlamentoya. Anneannem iç savaşta iki çocuğunu, benim teyzemi ve dayımı kaybetti…”
…
Eleni, hem anne tarafından ve hem de baba tarafından ailesinin geçmişini, Pontos’ta ailesinin başına gelenleri anlattı. Anlattığı birçok olaylardan iki tanesi beni çok etkilemişti. Birincisi, baba tarafından dedesinin ve dedesinin kardeşlerinin Pontos Soykırımı sırasında sürgün yollarında başlarından geçenlerdi. Bu hikâyeyi, Eleni’nin hikâyesinin tamamını yayınlandığımda paylaşacağım. Bu yazıda, Sofia Teyze’nin anısına, onun günlüğünün tercüme edilmiş kısmından bir bölümü sizinle paylaşarak yetinmek istiyorum. Bundan sonrasını Sofia Teyze anlatıyor.
“Ferres yakınlarında Pylea'da fakir bir ailede doğdum. O yıllar hepimiz için kolay değildi. Babamın adı Pavlos Amarantidis, annemin adı Agapi Amarantidou’dur. Annemin kızlık soyadı Theodoridou’dur. Biz dört kardeştik: Eleni, Lukas, Leandros ve ben Sofia. Size çocukluğumdan hatırladıklarımı kısa ve öz olarak anlatacağım.
Babam benim için çok özel bir insandı ve onun çok hassas biri olmasına üzülürdüm. Yaşamı boyunca çok acı çekti. Köyün tek ayakkabıcısıydı ve kazandığı azıcık bir para ile her Pazartesi Ferres'teki pazara gider, evin haftalık alışverişini yapar gelirdi. Annem de bu malzemelerden bize yemek yapar ve hepimiz yuvarlak masanın etrafında toplanarak yemeğimizi yerdik.
Abim Lukas çobanlık yapar, kendisi de çoban olan Nikolas Tsanosidis'in keçilerini güderdi. Diğer kardeşim Leandros’ta çobanlık yapar, Theocharis Mavromatis ve Lambis Lambidis‘in sürülerini güderdi. Kazandıkları para yıllık harcamalarımız için yeterliydi. Annem ve kız kardeşim Eleni ev işlerini yaparlardı. Ben o zamanlar köydeki diğer çocuklarla ilkokula gidiyordum. Arkadaşım Iliani ile oynar, neşeli oradan oraya koşardık. Gece gündüz birlikteydik.
Sanki bu günmüş gibi hatırlıyorum. Paskalya öncesi oruç tutuyorduk. Annem ve kız kardeşim Eleni bana çorap örmüştüler. Babam büyük bir zevkle giydiğim bir çift ahşap terlik yapmıştı. Paskalyadan önceki, İsa Mesih’in çarmıha gerildiği Cuma olan Çarmıh Cuma’sı akşamı annemle büyük gururla kiliseye gitmiştik. Kilisede Rab İsa Mesih için Epitafios duaları okunmuştu.
Kilisede ilahileri okuyan Bay Georgios Tamouridis beni görünce bana “küçük Sofia, ilahiyi benimle okuyacaksın“ dedi. Papaz Pantelis karşı geldi ve “Sofia benimle birlikte söyleyecek” dedi. Sonunda ikisinin ortasına oturmuş ve Epitaphio ilahisini birlikte söylemiştik.
O zamanlar Paskalya hazırlıkları çok özeldi. Bütün haneleriyle birlikte tüm köy halkı birlikte hazırlıkları yapar, köyün saygın kadınları fırınları yakar, pide ve diğer birçok hamur işleri, kurabiyeler pişirilirdi. Bu güzel kokular her yere dağılırdı ve biz artık sabredemezdik.
Elassona yakınlarındaki Olympiada'dan ziyaretçilerimiz geldiğinde bizim sevincimiz daha da artardı. Onlar babamın hemşerileriydi. Sevincimiz muazzam olurdu. Sonra tüm köylüler onları evlerine davet eder ve hep birlikte Paskalya yemeği yenirdi. Sonra başlardı kemençe çalınmaya. Benden hep şarkı söylemem istenirdi. Nereye gidilse gidilsin hep elimden tutar beni de götürürlerdi. Gittiğimiz her yerde çok güzel zaman geçirirdik.
Kız kardeşim Elene çok güzel bir kızdı. Köydeki ve komşu köylerdeki gençler onu çok beğeniyorlardı. Ancak o evlenmek konusunda kararsızdı. Amcam Michalis Amarantidis'in komşu Melia köyünden bir aile ile dostane ilişkileri vardı ve kız kardeşimin bu ailenin oğlu ile evlenmesi için aracılık yaptı. Eleni damat adayını görünce reddetti bu teklifi. Adamın ailesinin maddi durumu iyiydi ve amcam bu evliliğin gerçekleşmesi için çok uğraştı. Nafile, kız kardeşim kararından vazgeçmedi.
Bir akşam bizim kapı çalındı. Annem kapıyı açtı ve karşısında oğlan tarafının ailesini gördü. Annem misafirleri iyi karşıladı ve içeri buyur etti. Ailem tarafından köy komşuları olarak biliniyorlardı. Oturduktan sonra, bizi ziyaret sebeplerinin kardeşim Eleni hakkında konuşmak olduğunu söylediler. Babam „oğlunuzu bir görelim, bir birlerini beğenirlerse bizde bir karar veririz“ dedi. Sonra kapı açıldı ve genç adam içeri girdi, ardından kız kardeşim geldi. Jorgos'a Eleni'yi eş olarak isteyip istemediğini sordular. O, evet dedi. Ondan sonra kız kardeşime sormak istediler ama o zaten yan odaya gitmişti. Kuzenlerimden ikisi odasına girdi ve ondan aldıkları cevap, “onu almak istemiyorum” olmuştu.
Bütün köylü evimizin önünde toplanmış sonucu bekliyordu. Kız kardeşim red cevabını vermişti ve bizim aile olarak dışarıda neler olduğundan haberimiz yoktu. Damat adayı Jorgos dışarı çıkmıştı. Aniden kapı açıldı, içeriye koşarak 2 metre boyunda olan Jorgos girdi ve direkt kız kardeşimin bulunduğu odaya dalarak onu kolunu boynuna sıkı sıkıya sarmış bir şekilde odadan dışarıya doğru sürüklemeye başladı. Kız kardeşim anneme tutundu, annem babama ve ben de onların peşinden koştum. Adam kardeşimi evin köşesinde bıraktı ve kız kardeşim „seni istemiyorum, seninle evleneceğime ölmeyi tercih ederim“ diye bağırdı. Sonra damat adayının babası herkesi susturdu ve „kız istemiyorsa bu iş olmaz!“ dedi. Ardından gelenler köylerine geri döndüler.
Bu olay, o zamanlar o küçük kafamda unutulmaz bir anı olarak kaldı. Bir diğer unutamayacağım anı ise Almanlar geldiğinde tüm köyde hâkim olan o büyük huzursuzluktu. Almanların bizi öldüreceğini düşündük, kağnısı olanlar kağnılarını yiyecek, battaniye ile doldurdu ve üstüne de bizler oturduk ve uzak bir yerde bulunan bir mağaraya sığındık. Bir hafta bu mağarada kaldıktan sonra tekrar evimize döndük.
Birbirimize çok yakın olduğumuz aile dostlarımız vardı. Onlarla birbirimize çok yardımcı olduk. Küçük bir kızken, inek yavrularını otlatmak için meraya gönderirlerdi beni. Annem, babam ve kız kardeşim Eleni, hasat yapmak için Anastasia Teyzem’in tarlasına giderlerdi. Kardeş gibi iyi ilişkileri vardı, birbirlerine hep yardım ederlerdi.
Almanlar gittikten sonra iç savaş başladı. Hem sağcılardan hem de solculardan korkuyorduk. Ben bir çocuktum ve fazla bir şey anlamıyordum. Bir gün evimize polis geldi, babamı ve annemi yanlarına alarak, Alexandrupolis’e nakil bölümüne götürdüler. Burada bir gece kaldılar. Annem ertesi gün babam için kıyafet almaya geldi ve hemen Alexandrupolis'e geri döndü. Fakat babam aynı gün sürgüne gönderildi.
Aynı akşam partizanlar evimize geldiler. Evimizin içerisi de dışarısı da doluydu. Büyük bir toplantı yapıldı ve erkek kardeşim Lukas ile birlikte 25 genç adamı ve Nikola Tsanosidis'in tüm keçi sürülerini yanlarında götürdüler. Sabah saat 3:00 civarında genç adamları alıp evi terk ettiler. Bütün gece boyunca erkekleri aldıkları ana kadar uyumadım. Ama kardeşimin gidişini görmeyim diye sonra beni yatağa koydular.
Ertesi sabah uyandım ve kız kardeşim Eleni'nin yanına gittim. Bana sarıldı ve bir öpücük verdi. Ağladım, gitmesini istemedim. Sonra arkadaşları beni uyardılar ve gittiler. Bugün bile gözümün önündedir o an; yanındakilerle birlikte sokağın sonunda kayboluncaya kadar arkalarından öylece seyretmiştim. O sırada dokuz yaşındaydım ve yüksek sesle ağladım ve ağladım. Mahalledeki hiç kimse yanıma gelmemişti. Herkes evlerinde saklanıyordu, ben ağlayarak öylece yürüyordum. Ta ki bir komşumuzun dışarı çıkıp bana “buraya gel, sana bir şey söylemek istiyorum” demesine kadar. Komşumuzun evine girdiğimde birde ne göreyim: 4-5 jandarma yatakta oturuyorlar. Jandarma olduklarını fark ettiğimde, ağlamaklı ve yalvarırcasına, çabucak gitmelerini ve kız kardeşimi geri getirmelerini istedim onlardan. Köyden fazla uzaklaşmış olamazlardı.
Hep birlikte alaycı bir şekilde güldüler ve beni eve çağıran kadın bana, “bunlar asker kaçakları ve diğerlerinin yanına dağa çıkacaklar.”
Sonra ağlayarak uzaklaştım oradan çaresizce…”
…
Sofia Teyzenin ablası Eleni ve abisi Lukas, II. Dünya Savaşı’nın hemen ardından, 1946-1949 yılları arasında yaşanan iç savaşta partizan gruplarına katılarak savaştı.
Bazı partizan birlikleri, babasının yeni yaptığı, köyün biraz dışında, ormana yakın ve tek odası bitmiş evinde yağmurlu ve soğuk havalarda buluşuyorlardı. Burada toplantı ve tartışmalarını gerçekleştiriyorlardı.
İç Savaş sonrası, partizanlar Yunanistan’ı terk etmek ve sürgünde yaşamak zorunda kaldılar. Bu partizan gruplarından birinin lider kadrolarından birisi o sıralar Sovyetler Birliği’nde yaşıyormuş ve Almanya’daki akrabalarının ziyaretine gelmiş. Bunu öğrenen Sofia Teyze, kızı Eleni ile birlikte bu partizan liderini ziyarete gitmiş ablasının ve abisinin akıbetini sormuş. Bu kişi, abisi ile ilgili bir bilgiye sahip değilmiş. Fakat ablasının akıbetini biliyormuş. Sofia Teyze bu partizan liderden, ablasının başının kesilerek öldürülmüş bir vaziyette bulunduğunu ve kimliğinin, ablasının bacağındaki bir izden anlaşıldığını bildirmiş. Sovyetler Birliği’ne döner dönmez abisi ile ilgili bir araştırma yapacağını söylemiş. Böylece daha sonra Sovyetler Birliği Komünist Partisi’nden gelecek olan bir mektupta, Sofiya Teyzenin abisinin ne zaman ve nerede öldürüldüğünü öğrenmişler. Mektup, Albaylar Cuntası döneminde Yunanistan’a gelmiş ve Sofia Teyze’nin erkek kardeşinin eline geçmiş. Yunanistan’da o dönem hâkim olan baskı koşullarından dolayı mektubu Rusça bilen güvenilir birine okuttuktan sonra imha etmiş. Herhangi bir ev baskınında, aramada bu belgenin ortaya çıkması büyük bir risk taşıdığı için böyle davranmış kardeşi Leandros. Ancak daha sonraları Yunanistan Komünist Partisi’ne yaptıkları müracaat sonrası hem abisinin ve hem de ablasının akıbetlerini YKP’den gelen yazılı belge ile öğrenmiş Sofia Teyze ve ailesi…
Sofia Teyze’nin ablası Eleni ve abisi Lukas’ın partizanlara katıldığı gerekçesi ile aileye çok baskı uygulanmış. Daha bu iki kardeş partizanlara katılmadan önce, partizanlara yardım ettikleri, onlara sempati duydukları gerekçesi ile Sofia Teyze’nin anne ve babası tutuklanmış. Babası sürgüne yollanmış. Sofia Teyzenin abisi Leandros, polis karakolunda işkence görmüş ve geçirdiği şokun etkisi ile ellerini sürekli yumruk şeklinde sıkarmış. Kendi kendine konuşurmuş. İşkence sonrası oluşan travmayı hayatının sonuna kadar atamamış üzerinden…
İç savaş bittikten sonra, Sofia Teyze’nin partizanların saflarında hayatlarını kaybeden iki kardeşi için devlet maaş bağlamak istemiş. Sofia Teyze’nin annesi, “çocuklarımın kanını içmekten farksız bir adım olur benim için!” diyerek bu maaşı reddetmiş.
Sofia Teyze çocukluğundan beri şarkı söylermiş. Küçükken hobi olarak yaptığı bu işi daha sonraki yıllarda profesyonelliğe dönüştürmüş. Sadece Yunanistan’da değil, dünyanın birçok yerinde konserler vermiş. Birçok Pontos şarkısı söylemesine rağmen, içlerinden en önemli ve en anlamlısı, onun partizan saflarındayken 1949 mayısında bir hava saldırısı sonucu katledilen abisi Lukas’ın ardından söylediği “Apan So Mpleles” ağıtıdır.
Işıklar içinde uyu sevgili Sofi Papadopoulou.
Mesut Ethem Kavalli